SİYASET BİLİMCİ KÖŞE YAZARIMIZ BURAK NALLI’NIN YENİ YAZI DİZİSİ

22 Nisan 2015
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz
2309 defa okundu. defa okundu.
SİYASET BİLİMCİ KÖŞE YAZARIMIZ BURAK NALLI’NIN YENİ YAZI DİZİSİ

POLİTİK DÜZEN TARTIŞMALARI

Bir önceki yazıyla basit bir giriş yaptıktan sonra bu yazı vesilesiyle siyaset biliminin temel taşını oluşturan politik düzen tartışmaları hakkında kafa yormak istiyorum. Ama devlet yönetim tarzları hakkında fikir vermeden önce modern ulus devlet modelinin tarihsel süreç içerisinde nasıl oluştuğunu sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum.

Bugüne kadar yaşayan insanların çok büyük kısmı hiçbir zaman herhangi bir devlette yaşamamıştır. Çünkü dünyanın ulus devletlerden oluşması doğal bir kanun değil, insanlığın sonradan tasarladığı sosyal bir yapıdır. Ama tarihsel olaylar neticesinde günümüz dünyasında herhangi bir devlet tarafından sahiplenilmeyen toprak parçası neredeyse kalmamıştır.

İmparatorluklar

Ulus devlet anlayışı oluşmadan önce toplumlar geleneksel yönetim biçimleriyle yönetilmekteydi. Bunlardan ilki şehir devletleri veya imparatorluklardı. Mesela İlk Cağ döneminde (M.Ö. 3500 – 476) İskender Büyük ve Roma İmparatorlukları siyasi ve askeri olarak fevkalade güçlülerdi. Ama sınırları modern ulus devletin aksine muğlaktı. Bu konuda sonradan kabul gören politik düzenlerden çok farklılardı.

Feodalizm

8. yüzyılda feodal yapıya geçişle birlikte yeni sosyal bir düzen kurulmuştur. Bu düzen içerisinde devlet otoritesi bulunmamaktaydı. Belli bir bölgenin köylü sınıfı toplumun en üst katmanına mensup asilzadeler tarafından korunmaktaydı. Bir bölgenin asilzadesi diğer bölgenin asilzadesinden bağımsız olarak otoritesini kullanabiliyordu. Yani güç ve otorite belli bir merkezde veya mutlak bir hükümdarda toplanmıyor, hiyerarşik bir şekilde asilzadelere paylaştırılıyor ve coğrafi olarak dağıtılıyordu.

Şehirlerin önem kazanması

Avrupa kıtasında ticaretin canlanması ve merkezi şehirlerin önem kazanmasıyla feodal beyliklerin temelleri sarsılmaya başlamıştır. Çünkü farklı bölgeler arasında gelişen ticarette tüccarlar yasal eşitlik talebini her gecen dönem daha yüksek sesle dillendirmişlerdir. Bu ve diğer sorunlar farklı bölgeleri savaşa sürüklemiştir. 14. yüzyılda başlayan ve sürekli büyüyerek devam eden savaşların doruk noktası Avrupa kıtasının tamamını etkisi altında alan Otuz Yıl Savaşı (1618-1648) olmuştur.

Ulus devlet modeli

Vestfalya Antlaşması (1648) ile birlikte savaşlar son bulmuş, feodal sistem var olma nedenini kaybetmiş ve modern ulus devletin temelleri atılmıştır: bölgesel olarak sınırları belirlenmiş ve dâhili ve harici egemen devlet kavramı oluşmuştur. Ulus devlet meşruiyetini özellikle bir ulusun egemenliğine dayandırmaktadır. Sonrasında gelen Aydınlanma Cağı ve Fransız Devrimi ile birlikte eski bir cağ tamamen kapanmıştır. Egemenlik mutlak bir hükümdardan halka devredilmiştir. Güç ve otoritenin bir noktada toplanmaması için kuvvetler ayrılığı prensibi demokrasinin temeli haline gelmiştir. Yani yürütme, yasama ve yargı organları birbirlerinden ayrılmıştır. Bu gelişme Batılı ülkelerin demokrasi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. 17. yüzyılda Avrupa kıtasında meydana gelen bu ulus devlet anlayışı kolonileşme döneminde dünyanın diğer bölgelerine yayılmıştır. Böylelikle 20. yüzyılın baslarında dünyanın çok büyük kısmı ulus devlet yapısına geçiş yapmıştır. Çünkü ulus devlet modeli en evrensel siyasi düzen olarak kabul görmüştür.

Farklı politik düzenler

Günümüzde birçoğumuz tarafından doğal kabul edilen ulus devletin doğal bir kanun olmadığını, birbirini takip eden savaşlar ve dönemin şartlarından dolayı meydana geldiğini anlattıktan sonra bu kısımda sizlere bu ulus devletlerin farklı yönetim tarzlarından bahsetmek istiyorum. Devletler farklı özelliklere göre sınıflandırılmaktadırlar. Ama siyaset bilimcileri özellikle iki farklı sınıflandırma kullanmaktadırlar:
1) üniter – federal devlet yapıları
2) parlamenter – başkanlık sistemleri

Üniter – Federal devlet yapıları

Üniter ve federal devlet düzeni bir ölçeğin iki kutbu olarak görülebilir. Bu ayrım özellikle gücün ve yetkilerin coğrafi olarak dağıtılmasından veya dağıtılmamasından kaynaklanıyor. Devletlerin sayısal olarak büyük kısmı üniter yapıya sahiptir. Bu devletlerde egemenlik sadece merkezî bir hükûmettedir. Alt seviyelerdeki diğer idari birimler (mesela belediyeler) karar alabilmektedirler. Ama aldıkları karar merkezi hükûmetin iznine bağlıdır ve merkezi hükûmet bu kararı bozabilmektedir. Bu ülkeler anayasal olarak tek bir üst idari seviyeye sahiptir: merkezi hükûmet. Fransa, Türkiye ve Hollanda üniter devlet düzenine sahiptirler.

Federal devletlerin en önemli karakteristiği ise egemenliğin farklı idari seviyelerce paylaşılmasıdır. Yani merkezi bir hükûmetin yanı sıra bölgesel hükûmetler de yetki sahibidirler. Bu ülkeler anayasal olarak otorite ve yetkileri merkezi hükûmet ve bölgesel hükûmetler arasında paylaşmaktadırlar. Bölgesel hükûmetlerin almış olduğu kararlar merkezi hükûmetin almış olduğu kararlarla eşit öneme sahiptir ve merkezi hükûmetçe kabul edilmek zorundadır. Bölgesel hükûmetin kararları federal hükumet tarafından bozulamamaktadır. Devletlerin üniter yapıdan federal yapıya geçmelerinin en önemli sebepleri ülkede konuşulan farklı diller, yasayan farklı ırklar veya bölgelerin farklı sosyal ekonomik yapıya sahip olmasıdır. Belçika, ABD, Kanada ve Almanya federal devlet düzenine sahiptirler.

Parlamenter – Başkanlık sistemleri

Bu ayrım özellikle ülke yönetiminde yasama erki (parlamento) ve yürütme erkinin (hükûmet) ilişkisiyle ilintilidir. Her iki sistem de ülkeyi yöneten siyasilerin ve yasama/yürütme üyelerinin secimle seçilmesini öngörmektedir. Aralarındaki en büyük fark yürütme organının nasıl seçildiği ve karar alma mekanizmasında hangi rolü oynadığıdır.
Parlamenter sistemde yürütme organı yasama organının denetimindedir. Genelde devlet başkanı ile hükûmet başkanı ayni kişi değillerdir. Devlet başkanının gücü ve yetkileri semboliktir. İdari güç hükûmet başkanındadır. Hükûmet kurma girişimi parlamentonun aritmetiğine bağlıdır. Hükûmeti kurabilmek için parlamentonun yarısından bir fazlasının desteğine ihtiyaç vardır. Ayrıca hükûmet parlamentonun güven oylamasıyla düşebilmektedir. Hollanda ve Türkiye parlamenter sistemle yönetilmektedirler.

Başkanlık sisteminde yürütme ve yasama erki keskin bir şekilde ayrılmıştır ve her iki erk anayasal yetkilere sahiptir. Yürütme tamamen halk tarafından seçilmiş başkan ve kabinesindedir ve parlamento tarafından düşürülememektedir. Başkan da parlamentoyu feshedememektedir. Her iki organın secimi ayrı ve birbirinden bağımsız gerçekleşmektedir. Başkan parlamentonun denetiminde değildir ve parlamento tarafından kabul edilen kanunları veto etme hakkına sahiptir. Başkanlık sisteminin pratikte en göze çarpan karakteristiği yürütme ve yasamanın keskin bir şekilde ayrı olmasından dolayı parlamentoda çoğunluğu bulunan parti ile başkanı seçen partinin birbirinden farklı olabilmesidir. Böyle bir durumda harareti yüksek tartışmalar meydana gelmektedir. ABD ve Arjantin başkanlık sistemiyle yönetilmektedirler.

Türkiye

Türkiye kontekstine gelecek olursak, aşağı yukarı 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra gelen bütün hükûmetler parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş yapmayı tartışmışlardır. Bunun en büyük nedeni ülkede yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerdir. Kriz dönemlerinde var olan düzen ve anayasal kurumlar çerçevesinde herhangi bir çıkış yolu bulamayan bir hükûmet doğal olarak başkanlık sisteminin daha faydalı olabileceğini düşünmüştür.
Şu an Türkiye’de yasama ve yürütme ilişkisinin ve anayasal düzenin sorunsuz islediği söylenemez. Milli Güvenlik Kurulu ve YÖK gibi darbe hükûmetlerince kurulmuş vesayet kurumları ve yüzde 10’luk secim barajı gibi gelişmiş bir demokrasiye yakışmayan uygulamalar hala anayasal varlığını sürdürmektedir. Kuvvetler ayrılığı prensibi bir türlü sağlam temellere oturtulamamakta. Ama Türkiye’de parlamenter sistemin analizini yapacak olursak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine kadar dönmemiz gerekiyor. 1839 yılında okunan Tanzimat Fermanı, 1856 yılında okunan Islahat Fermanı, 1876 da Meşrutiyete geçiş, 1920 de TBMM’nin kurulmasıyla ve sonrasında gelen Cumhuriyet yönetimiyle birlikte Anadolu topraklarında parlamenter sistemin 150 yıllık bir geçmişi olduğunu görmekteyiz. Bu 150 yıllık süreçte parlamenter sistem bürokrasinin ve toplumun en ince kılcal damarlarına kadar islemiştir. Yürütme, yasama, yargı ve beraberindeki bütün devlet kurumları bu sisteme göre tasarlanmıştır. Buna rağmen parlamenter sistem dahi sorunsuz bir şekle sokulamamıştır. Temsilde adalet ve erkler ayrılığı prensibi gibi temel sorunlar hala mevcuttur. Dolayısıyla parlamenter sistemin sorunları ve temel prensipleri bile giderilememişken bu yapıyı topyekûn değiştirip başkanlık sistemine geçişin sıkıntılı bir süreç olacağı kanaatindeyim.

Reklamlar

Ferah 2024Çağrı İnşaateau.de.montagne2Av.Ercan TOKBAKKERIJ
YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

SOSYAL MEDYA BİZİ TAKİP EDİN